31 Temmuz 2011 Pazar

Kadın AŞK ve İçinizdeki Çocuk....


İncindim incitildim,derinden terkettim kendimi...Tesadüfen karşılaştım içimde kendimle yeniden...Bir minicik kız çocuğu bak duruyor orada hala anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa....artık beni asla yarlayamaz hayat eğer istemezsem yıllar beni kolay yaklayamaz ben durup beklemezsem...siz yine de incelikli davranın benim kadar değilse de ben bu yüzden incelikler yüzünden belki daha çok üzüldüm...
Ama yaralıyor istemesemde yaralıyor canımı yakıyor ve ben içimde ki o minicik çocuğa anlatamıyorum gördüklerimi yaşadıklarımı dünyayı kirleten insanları o kendi dünyasında o kadar mutlu ki bu çirkinlikleri nasıl anlatırım ona...İleride ince davarndığın zamanlar olacak ama bazen bu inceliğin bu tavrın o anki mutluluğu tek bir resim karesi alt iüst edecek bununla baş edebilmelisin hayat boyalı kalemlerden barbielerden ibaret değil sahte değil biri gelip kalbini kırıyor seni tanıma şansını sana vermeden içini acıtıyor dünya böyle senin baktığın gibi değil senin baktğın göz gibi değil tanıyamıyorsun insanları onlar da seni tanımak istemiyor sadece vakit geçiriyor değip kollarından tutup nasıl sarsa bilirim o küçücük çocuğu söyler misiniz?Yanıtı kimde saklı bu sorunun neden herşey çocukluk resimlerimizde ki o içten gülen minik çocuk kadar saf temiz kalmıyor neden bu inat neden bu savaş neden illaki kirletme çabası bırakın içimizde ki çocukları herşeye dokunuyrsunuz dokunmayın onlara anlatamayız onlara bunları anlamıyorlar kulaklarını tıkayıp kendi şarkılarını mırıldanıyorlar yüzlerini buruşturup seni dinlemiyorum yalan söylüyorsun sussss diye bağırıyor ayakalarını hızla yere vurarak sus artık sen kötüsün beni kırmak için söylüyorsun dünya senin söylediğin kadar kötü olamaz insanlar o kadar vicdansız olamaz diyor dinlemiyor sizi dinlemiyor..........
Bazen işte o içinizdeki çocuk size masal gibi bir dünya yaratıyor öyle baskın oluyor ki siz ona inanıyorsunuz o sizi ikna ediyor size öyle güzel bir masal anlatıyor ki o rüyanın içinde buluyorsunuz kendinizi bazen bulutların üzerinde bulutlardan pamuk şeker yerken, bazen kocaman bir sarayın prensesi, bazen zindana hapsedilmiş prensi tarafından kurtarılmayı bekleyen bir prenses....ama mutlaka biri kolunuzdan çeker sizi aşagıya uyan diyerek isyan etmek istersiniz neden şimdi rüyamın en güzel yerinde uyandırdın diye o da dinlemezki sizi...
Kadın olmak zor iş meşakatli iş laf olsun diye söylemiyorum inanın zor bazen işinizi bazen eşinizi bazen evinizi aynı anda idare edersiniz ki bir bakmışsınız kendinize vakit kalmamış ama hiç pişmanlık duymassınız üzülmessiniz hatta farkına bile varmassınız ikiside sizin hayatınızdır zaten artık canınız...
Canım acıyor içim yanıyor kova kova su içsem geçmez bu öyle bir yangın ki kendimi çok yüksek bir yerden aşagıya bırakasım var yüzümde rüzgarın kokusunu hissedesim var kendi yarattığım dünyaya gitme çabası belki...
Yine sabah oluyor hastayım, güneşin doğmasına az kaldı günü göz yaşlarımla karşıladım bazen içinizde kalır kimselere anlatamadıklarınız vardır içinizde saklı kalan kimsenin bilmemesi gereken hah işte tam da o zamanlardan Aşk kor gibi yakar bir tarafınızı sizin çocukken okuduğunuz hikayelerden uzaktır işte tam da öyle... uzak çok uzak benimle başlayıp benimle biten bir hikaye bu benim içimde kalan benim dünyamda yaşadığım birde onun bildiği...Tek birşey istiyorum gözlerin rengi vardır ve herkesde farklıdır faat göz yaşlarının hep aynıdır hep sıcaktır hisset onu o sıcalığı çünkü benim kalbim bedenim gözlerim o sıcaklıkla yanıyor...
Ve burdan herkese küçük bir not; Kadınlar materyal değildir kadınlar bir sex objesi değildir kadınlar suretinin
arkasında çok güzel şeyler taşıyan gerçek tanrıçalardır parçalamayın tarihi eserlere yaptığınız gibi yıkıp dökmeyin görmeye çalışın açın kalp gölerinizi yapmayın... yapmayın...
                                                                                  BURCU.....

24 Temmuz 2011 Pazar

Sonsuz aşkım Müzik...


Müzikle 5 yaşında tanıştım çok sevdiğimiz bir aile dostumuz vardı müzik hocası kulağımı fark edince derslere başladık notalar,şan,kulak eğitimi...şimdi artık çok net hatırlayamadığım pianonun 4 tuşuna aynı anda basar sesleri vermemi ister sonrada yüzünde mutluluk ifadesi ile çok güzel derdi...Classic müzik sevgisi o zamanlardan yadigar bana ilk çaldığım eser Beethoven Fur elise olmuştu...onu hiç unutmuyorum ama artık notalar ve pianonun o güzel tuşlarını unuttum keşke hiç bırakmasaydım unutmasaydım dediğim zamanlar çok oluyor profsyonel olmasada bilmek pianonun başına oturduğumda bir şeyler çalabilmek isterdim hala bakmaya doyamıyorum ona o sadece bir müzik aleti değil...O bir aşk içimde bir yerlerde kalacak kocaman bir aşk...ona dokunduğum anda başladı ve hala benimle Şimdi,Bach,Mozart,Beethoven,Vivaldi,Chopin,Tchaikovsky,Liszt,Wagner ve Fazıl Say'ı dinleyerek besleyip eğitiyorum ruhumu...yeni classic müzik sanatçılarını tanımıyorum sadece dehaları dinliyorum galiba...:) Tanımak dinlemek isterim tabi öğrendiğiniz bildiğiniz her eser her müzik yeni bir histir fakat buna şimdilik bir bahanem yok sanırım alıştıklarımla yıllardır mutluyum...Benim vazgeçilmezim müzik,jazz da dinliyorum ama yine hep eski sanatçılar benim böyle bir yönüm var sanırım...
Filmlerde de böyleyim çünkü eski filmlere deli oluyorum... stlimde de var vintage bohem eskiyi seviyorum evet
evime en son aldığım kocaman gramafonla aramızda güzel bir aşk var mesela...müziğin üstüne yıllarca konuşulur uçsuz bucaksız bir derya hayatın herşeyin anlamı üzgünken mutlu edebilen mutluyken bir anda hüzünlendire bilen ruhun en derinlerine inen kocaman bir dünya...Ünlü felsefeciler filozoflar gelir aklıma hep müziği hepsi öyle güzel anlatmış ki onların sözlerini paylaşmak istiyorum sizinle...
Schelling şöyle söylemiştir; Biri Tanrı'nın, diğeri sanatçının yarattığı iki evren vardır.
Yaratma gücünü Tanrı'dan ödünç alarak, onun yarattığı evrenin karşısına ikinci bir evren olarak sanat dünyasını koyan sanatçıdır. "Tanrı" sözcüğünü kullanmaktan olabildiğince çekinen Kant,
sanatı, doğanın sanatçı eliyle yeniden yaratılması olarak görmüştü. Sanatçı, dehasını, doğadan alır.Zaten, Kant için de, Schelling için de sanat yapıtı, ancak bir deha ürünü olabilir...Konfiçyus ise müziği tonların verimi olarak tanımlıyor ve diyor ki; Duygular içten geldiği zaman ses halinde kendilerini gösterirler.
Bu seslerin bir sıra halinde konulmasına ton, denir.Müzik, gök ve toprak arasında bir ahenktir. Müzik gökten meydana gelir.Pythgoras,sayılarda arnoni özellikleri ve bağlantıları bulunmaktadır der ve evrenin büyük bir armoni ve sayı köküne dayandığını söyler ve bunu evrenin uyumlu sesler veren bir birlik oluşturduğu düşüncesine kadar uzatır...O'na göre, kozmik hareketin bu dönüşüne insan ruhu da uymaktadır bununla beraber insan sağlığınadabüyük bir katkısı olduğunu nasıl ki doktorlar bizi iyileştiriyorsa müziğinde ruhumuzu iyileştirdiğini savunur...Platon müziğin evreni dile gtirebileceğini ve bir insanın ruhunun eğtlmesi içn müzikten başka bir yol bulunmadığını söyler ve tezini develet idaresine kadar dayandırıp ekler,Devletin en yüksek ödevi, yurttaşlarını erdeme uygun tarzda eğitmek ve yetiştirmektir.Bu da müziğin ruhu eğitmesiyle olur demiştir.
Aristo da şöyle der;Ritim ve melodiler çeşitli ruh hallerinin yansıtılmasının aracılarıdır.
Müzik, duygusal bir gelişme sağlar,O'nu yükseltir, yüceltir.Heins ise müziği biliminin derinliklerin de arar bestecinin doğayı yetkinleştirdiğini düşünür.Armoni,ritm ve melodi üçü bir arada olmak zorundadır  der fakat en önemlisinin melodi olduğunu ve tutkuyu ortaya koyduğunu ve onunda müziğin karekterini gösterdiğini söyler müziğin en güzide olan yanını...ve inanılmaz güzel bir söz daha söyler müziğin asıl kaynağı kalpte bulunur... Söyleyişte değil!..
RİCHARD WAGNER....
Gerek müziği, gerek düşünceleri ile anlaşılması bir hayli çaba isteyen olağanüstü bir büyük sanatçıdır Wagner'e
göre besteci, tıpkı bir uyurgezer gibi, kendi aklının, yani kendi uyanık bilincinin anlamadığı bir dilde, en derin
bilgeliği dile getirir.Wagner'in Schopenhauer felsefesiyle tanışması Schopenhauer'in "içsel olana geri dönüş''
Müziksel kavrayışın ancak bilinç yönünde sahip olunabilir düşüncesi O'nun düşüncesinde ve dolayısıyla da
sanatında "devrimsel" olarak nitelenebilecek bir değişim ortaya çıkarır....
Evet Burcu son zamanlar da heryerde dinlediği popüler müzik kültüründen bugün o kadar sıkıldı ki felsefe ile karışık tüm duygularını sizlerle paylaşmak istedi gerçek müzik dinlenmeli gerçek müzik tanınmalı tanıtılmalı ruhumuz içsel huzurumuz için sürekli aynı tempoda tekrarlayan saçma sapan bir daha ki yıl hatırlanmayan şarkılar yerine ruhunuzu besleyin bakın beyniniz nasıl mutlu olucak yazımı yine Wagnerin o güzel sözleri ile bitiryorum...
 Beethoven'in senfonilerinde, müziğin genellikle açık ettiği şey, ebedi, sonsuz ve idealdir. Müzik, bu veya şu
 bireyin tutkusunu, sevgisini, özlemini, yaşamın her hangi bir anındaki durumunu dile getirmez. Fakat, tutkunun,
 sevginin, özlemin kendisini ifade eder!..
- Sazların söylediği şey, asla sözcüklerle açıkça belirlenemez ve saptanamaz!.. Çünkü onlar duyguları, sanatçının onları yaratırken yaşadığı kaos ortamı içinde, yeniden yaratırlar; yeniden canlandırırlar...
Belki de onları kalplerinde (gerçekten) kaydedebilecek insanlar, bir kez bile henüz var olmadılar... İnsan sesinde ise durum tamamen başkadır. Ses, insan kalbini ve onun kapalı, bireysel duygulanımını
temsil eder. Nitelik olarak birbirinden tamamiyle farklı olan bu iki hali birbiriyle karşılaştırmamak ne
doğru tutumdur. İlk duygular, sazlarla ortaya konur. İnsan kalbinin belirli duygulanımı insan sesiyle
temsil edilir. Birincisinde bir ortaya koyma ve yaratma, ikincisinde ise, temsil vardır.
                                                                                                                BURCU...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Dünümüz Bugünümüz...


Bazen düşündüğüm de duygularımla bir bütün oluyorum o anda ben ve düşüncelerim oluyor sadece.Geriye doğru yolculuğa çıkıyorum kendi içimde....
Duyduklarım okuduklarım birer birer çınlıyor kulaklarımda gözümün ününe geliyor adeta.Dün neredeydik  bugün neredeyiz?
12 martla başlayan dönem...12 mart muhturasıyla ve daha öncesinde başlayan öğrenci hareketi 12 marttan sonra  bir başka boyuta varmış.O güne kadar sadece özgürlük ve düşünce özgürlüğü ile başlayan şey artık boyut değiştirmiş.Darbeden sonra 25-mart-1968 de Vedat Demirci oğlu ile başlayan siyasi cinayetler sayısı yüzlere ulaşmış bir toplum.Neydi gençler de aradıkları neydi bu kadar işkencenin amacı ne öğrenmek niyetindeydiler,sadece hepsi özgürlük için direnen canlarını bu uğurda vatanı uğrunda feda etmeye hazır Atatük'çü gençlerdi.İşkencelerle çektirdikleri acılarla yarattıkları psikolojik
tranvalarla ne öğrene bildiler?Bildikleri birşey yoktu ki neydi aradıkları sorguladıkları,bildikleri tekşey Özgürlüktü.Sanki herşey zamanı geri yaşıyor gbi onların örnek aldıklarıHitlermiydi diye düşünüyorum masum vatandaşların ülkesine girip 2. dünya savaşını başlatan bir çok milletten insana işkence etmiş ama sonunda istediğini alamamış kahrolası bir lider...
6-Mayıs-1972 de 3 tane fidan gibi genci asarak nihayi sonuca ulştılar mı ne oldu?Sonuç....
Dinliyorum o yılları yaşamış işkence görmüş insanları,yaptıkları herşey kabahat okumak,dinlemek,herşey yasak yasak...
O yasaklara uyulmadığı taktirde çektikleri işkenceleri anlatan insanları ben dinlerken içim acıyor onlar nasıl
dayanmış peki diye düşünüyorum ne büyük yürek...Fakat şimdi hiç biri ne polis ne asker görmeye tahammül edemiyor o tedirginlikleri korkulu halleri gözlerinin içinde hala duruyor.O psikolojiyi hala yaşıyorlar.
Hüseyin'in sorgusunda dediklerini sanki şiir gbi hatırlıyorum.Tarih asıl suçluları affetmeyecektir.Suçlular kurtulsa dahi tarih önünde er geç hesap verecektir.Bu mahkemenin sonucu ciddi bir skandal olabilir fakat sonuç ne olursa olsun dediklerimiz gerçekleşecektir.Taki vatanı ABD'ye satanların gericilerin sonu gelene kadar,bu kavga biz olmaskata devam edecektir.
Şimdi yıl 2011..
Abd ye satmakla kalınmamış karış karış satılmış durumda topraklarımız,devam ediyor mu? diye soruyorum kendime ülkenin son haline bakarak bu kadar uzun yıllar geçti gericilik değişti mi?Giden bedenlerin canların yaşananların Hüseyinin dediği gibi bedelleri ödendi mi tarih suçluları affetmedi mi.Tarihi bilmem yaşatanların kendilerini suçlu hissedip hissetmediklerini bilmem ama bizlerde bu kavga hala devam ediyor onlar olmasada tarih yargılamasada biz yargıladık cezasını kestik hepsinin..
Ama yaşadığımız Türkiye tarafı var birde bazen umutsuzluğa kapılmıyor değilim.Artarak çoğalarak gelen bir kesim üstümüze üstümüze geliyor,Başbakan yıllar önceki kayıtlarda ki söylemleriyle kişiliğini düşünce biçimini açıkça ortaya koyuyor. Bir söz vardır tilki postunu değiştirsede huyunu hiçbir zaman değiştirmez diye tamda o hesap.Değişmiş gibi görünen dış yüzü değişen yasalarla alttan alta diretmlerle sanata karşı tutumlarıyla an be an kendini yansıtıyor.İşin daha ucuz kısmı artık politikada kim sağcı kim solcu ayırtta edemyoruz, herkes paranın esiri olmuş birgün bir pardi de diğer gün başka partide.Yazık..
Hala bizler savaş veriyoruz sesimizi duyurmaya çalışıyoruz sanki yankı yapar gibi bize geri dönüyor
sesimiz.Çünkü karşımızda anlaya bilecek zihniyet kalmamış cahil,yobaz,gerici,sanat düşmanı,çirkef,fikir özgürlüğünün bilimin herşeyin karşıtı bir kesim konuşmaktan uzak uzlaşmacı olmayan kendilerini ifade etmekten aciz diğerleri olmuşlar.
Dün çok ilginç bir olay yaşadım ve bunu paylaşmadan edemeyeceğim.Ahmet Say'ın kitabını sordum 8 tane kitap evine sadece  biri tanıyordu kalmadı dedi son girdiğim masanın başında oturmuş yaşlıca bir bey bilgisayardan kontrol ediyor,Ahmet Say'ın kitabını alacaktım dedim adam bilgisayardan Ahmet Sayın diye aratıyor çünkü tekrar etti nasıl öfkelendiysem kendimi tutamayarak Sayın değil arada kesme işareti var Say'ın dedim.Aynı sert ses tonu ile YOK dedi.Bende tüm kitapları mevcut olmasına karşın sadece merektan belki bir iletişim yapar diyerek üstüne basa basa peki oğlu Fazıl Say'ın var mı dedim. YOK kızım hadi iyi günler dedi aynı sert ses tonuyla belli ki tanımıyor.Nasıl sinirlendiğimi kızdığımı anlatamam bende PEKİ diyerek çıktım.
O kadar şaşırdım ki o sersem hali sıcağın verdiği kasvetle üzerimden atmak epey zor oldu.
Eeeee..Bale izlerken kafasını önüne eğen utanan sanattan uzak bir Başbakanın olduğu bir ülkede bunlara da alışmamız gerekiyor sanırım.
 Yani sonuç olarak dünümüz bügünümüz gericilerden yobzlardan kurtulmuş değil.Daha da ileri gitmesi endişesi
içersindeyim,tesettürden kara çarşafa geçtik İzmirde bile bu kadar çok görüyorsam vah bize vahlar bize...
Burcu bu gece dün yaşadığı kitap şoku ve son yaşanan politik durumlardan Ülkenin çıkmazlarından etkilenip
geriyi ve ileriyi düşünerek endişelerini paylaşmak istedi...Elimden geldiğince umut dolu iyimser ve olduğum gibi
olmaya devam edeceğim.Bilinç altı yada bilinç dışı kendimize çektiğimiz düşünceler farkındalık düzeyinde tuttuğumuz baskın düşüncelerimizdir.İşin zorluğu buradadır,ben olumlu bakıp bu baskın düşünceler ile olumlu şeyleri kendimize çekebileceğimize inanıyorum.İnanmak zorundayım kendi iyiliğimiz ve geleceğimizin iyiliği için...
                                                                                                                                      BURCU...

17 Temmuz 2011 Pazar

AŞKK..

BİR ELMA KURDUYUM BEN!!!
Birgün biri gelecek elmayı kesecek belki canımı yakacak,belkide grüntümden tiksinip elmayı çöpe atacak,oysa tanımıyor ki beni o nasıl elma yiyorsa bende yiyorum bu benim canımı daha çok yakacak kestiğinde hissettiğim acıdan daha çok acıtacak beni…
Bazen de bir şekerim ben,iştahla açıp yediğiniz öff içim yandı değip nefretle elinizden attığınız br şeker!İradene hakim olsaydında yemeseydin ya o kadar benim suçum ne? diyesim gelir konuşamam ki konuşsam da duymaz ki beni…
Bazen bir notayım ben muhteşem bir eserden emekten gecelerden gündüzlerden saatlerden tarihten doğmuş kimi severek dinler kimi buda ne? der…Hopp diyesim gelir senin dinlediğin tangırtı değilim ben beni BACH yarattı sen kimsin ki beni sevmiyorsun duymaz ki beni anlamaz ki!Aynı dili paylaşmadık ki onunla hiçbir zaman zaten anlamasın beni benimle aynı dili konuşmayana ihtiyacım yok benim beni taktir edenler yeter bana..
Belki de bir uçurtmayım ben gökyüzüne ait rüzgarı yüzünde hissetmeyi seven ama sadece bahar geldiğinde dışarı çıkabilen diğer günlerde hep unutulan üzgün,hatırlanmak,ait olduğu yerde olmak, göklerde olmak isteyen bir uçurtma..
Bazen kaplumbağayım ben risk alıp kafamı dışarıya çıkarabilen aslında korkudan kalbi pırpır eden bir kaplumbağa..Çoğu kişi aldanır sert kabuğuma ne kadar taş gibi dursamda bir o kadar ağırdır,narindir hareketlerim bir o kadar korkaktır aslında yüreğim ama azmedersem yapamayacağım şey de yoktur hani..
Belki de bir kediyim ben, sürekli ilgi bekleyen, sevilmekten mutluluk duyan, mutluluğunu hırıltılarıyla belli eden koca gözlü,oyuncu bir kedi..Nankör zannederler, insanoğlu yakıştırmıştır bunu.Ne nankörlüğümü gördün ki bugüne kadar, sadece özgür ruhluyum ben.Bu nankör olduğum seni sevmediğim anlamına gelmez gitsem de arada dönerim sana, sen kendine bak insanoğlu..Çoğumuz aç susus ölüyoruz sokaklarda biz nankörsek sen nesin? Duygusuz duyarsız bir canlı..Oysa sadece yemek ve sevgi bekleriz biz, sizin gibi değiliz..Demek isteriz ama konuşamayız ki biz.
Belki de bir kutup yıldızıyım ben.Birçok kişiye yardım edip yön gösteren ama kendi hep aynı yerde duran koskoca uzayda yapayalnız bir kutup yıldızı bir kendine hayrı dokunmayan..
Ne o ne bu! Sadece bir insanım ben ama bu saydığım canlı ve cansız her varlığın hislerini taşıyan bir insan..İnsanoğlu zamanla değişiyor, sanırım evrim tamamlanamadı hala.Garip! Sevmeyeni seven , seveni sevmeyen, hiçbir şeyden mutlu olmayan, zaman geçtikçe bencilleşen, içi boş çanlar gibi bolca sesi çıkan ama neticede içi boş olan yaratıklar mı oluyoruz? Ümidimi yitirdiğim oluyor zaman zaman sanattan, politikadan, tarihten, bilimden herşeyden uzakta sevgiden habersiz, teşekkür etmekten, mutluluğunu ifade etmekten çekinen, kalp yerine taş taşıyanlarla bir arada yaşayan onların ırkından ama farklı sanki;duyarlı, duygusal, hassas, kin bilmeyen, herkese kalbi açık, öğrenmeyi seven, bilgisini paylaşan, bilmediği konularda susan, sevdiğinde tüm kalbiyle seven biriyim ben. Ben de insanım ama evrimini tamamlayanlardanım.Birçok kişi var böyle tabi, sadece ben değilim ama öyle bir azınlık kaldık ki bu dünyada büyük kitleler bizi uçurumun kenarına sürüklüyor. Düşücez ama direniyoruz, hani şu tarihteki 300 Spartalı gibi..Düşmemek için var gücümüzle direniyoruz ama birşeyi biliyoruz hepimiz toprak olmayacak mıyız sonunda? O zaman dizlerimizin üstünde onlar gibi ölmektense ayakta dimdik ölürüz savaşmadık demeden savaşarak dimdik durarak gideriz ölüme…
Burcu bu gece biraz kederli gibi.Erkenden yattı ama pencerenin yanında yine günün doğuşuna tanıklık etti.Şimdi uyumak istiyor bedenim, gözlerim ama beynim hala uyanık…
                                                                  BURCU…